Korku Zihinlerimizi Uyuşturur

Her asırda yalnız birkaç kişi düşünür, gerisi düşünenleri düşünürmüş... Durum Türkiye'de böyle de işlemiyor. İnsanlar düşünmüyorlar bile; çünkü düşünmek bir suç, düşünce sonucu gerçekleşecek eylem de suçun kanıtı haline dönüştürülüyor.


"Korku, zihinlerimizi uyuşturur." dedik, insanlar uyuşuyor. Çünkü kırılıyor, küstürülüyorlar. Bu ülke çok aydın yetiştirdi; sonra çoğunu kendi halkına `kurban etti'. En değerli yazarlarımızı suikastlerle kaybettik, en başarılı düşünce adamlarımızın kitapları yarım kaldı; öldürüldüler! Nasıl bir önlem aldık, aldık mı; tartışılır.

Korku zihinlerimizi uyuşturdu. Önce uyuştuk, uyutulmaksa bir sonraki basamak. Bir süre sonra olaylara ilgisizlik baş gösterdi, ilahlaşan kimselerin; dogmaların peşinde sürüklenen kitleler okumayı- sorgulamayı bıraktı; apolitik nesiller türedi; uyutmak kolaylaştı.

Öte yandan yoksullaştırılan halk sadaka sistemine bağlandı. İstihdam sağlamak yerine yoksulluk yardımıyla özgüven-irade duygusu kırıldı. Kimsenin bilmediği ölçütlere göre belirlenen ailelere dağıtılan kömür torbalarında 1'er kilo eksikle, sistem hem halkı hem de kendi içinde birbirini yağmalar oldu. Hükümet sömürdüğünü sömürülene lütfederek "sosyal devlet"e bakış açısını ortaya koydu.

Kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalar-yazışmalar ülkenin rotasını çizerken halkın ruhu duymadı. Şimdi bir imf anlaşması aldı gidiyor; fakat maddelerinin bize dayattıklarından(en ağır şartlar Türkiye'ye konmuştur!) kaçımız haberdarız? Hükümetin (yasama-yürütme- yargıdan sonra ele geçirdiği) 4. organı "medya" neden işlemiyor? "Devlet büyüklerimizin" yaptığı görüşmeleri niçin yabancı basından duyuyoruz!

Türk basınının halkı aydınlatma görevi rafa mı kalktı? Hükümet yanlısı basın bize tarafsız haber sunar mı?! Mustafa Kemal'in bir sözü vardır, "Basın yayın özgürlüğünden ortaya çıkabilecek olumsuzlukları ortadan kaldıracak etkin yol, kesinlikle geçmişte olduğu gibi basın yayın özgürlüğünü kısıtlama yolu değildir. Basın yayın özgürlüğünden çıkacak sakıncaların ortadan kaldırılmasının yolu, yine basın yayın özgürlüğüdür." diyor.

Öyleyse, eğer rejim karşıtı; cumhuriyet, demokrasi, laiklik ve Kemalizm ile bağlantılı tüm değerlerin karşıtı olan ve Batı'nın Türkiye politikalarına açıkça ya da üstü kapalı "evet" diyenlerin sözcülerine uygulanacak yöntem onların basın özgürlüğünü kısıtlamak değil, yine kendi basın özgürlüğümüzü kullanarak bu durumu aşmaktır.

Türkiye gerçekleriyle madalyonun öbür yüzüne bakalım; özgürlüğü kısıtlanan kitle hangisi; bu, 2.cumhuriyetçi, tarikatçı yahut liboş sesler mi, yoksa hükümetin kirli çamaşırlarını halka açıyor diye davalar açılan yazarlar, gazeteler, karikatüristler mi?

Ne uyuşmak, ne uyutulmak zamanıdır; bunu söylemek kolay tabi… Peki, ne yapabiliriz? Korkunun zihinlerimizi uyuşturmasına izin vermeyebiliriz! Giderek uzaklaştığımız Laik ve Bağımsız sistemimizden başka kaybedecek neyimiz var ki; yaşam biçimimizi de, haklarımızı da, özgürlüklerimizi de ondan almıyor muyuz zaten?


Bilge Ulusman

Delete this element to display blogger navbar

 
© 2010 Sansürsüz Gerçekler | Powered by Blogger | İletişim | Gizlilik Sözleşmesi | Kurallar | Rss | Online Sohbet