Yeni Bir Küresel Sosyal Düzen İçin Elit Plan

Sanayi Devrimi 1800'lerin sonlarında İngiltere'de başladığı zaman hammadde kaynaklarının kontrolü ele geçirilerek, yeni pazarlar keşfedilerek, işletmelere ve fabrikalara yatırım yapılarak çok para kazanılabiliniyordu. Yatırım yapmak için fazla parası olanlar, İngiltere’den daha çok Hollanda’da bulunuyordu. Hollanda 1600’lü yıllarda büyük bir Batılı güç olmuştu ve bankacıları önde gelen kapitalistlerdi.

Kâr arayışı içinde olan Hollanda sermayesi, İngiliz menkul kıymetler borsasına doğru aktı ve böylece Hollandalılar daha sonra Hollanda’yı ekonomik ve jeopolitik açıdan gölgede bırakacak olan İngiltere’nin yükselişini finanse ettiler.

Dolayısıyla İngiliz sanayisine varlıklı yatırımcılar hâkim olmaya başladı ve kapitalizm egemen ekonomik sistem haline geldi. Bu büyük bir toplumsal dönüşüme yol açtı. Aslında, İngiltere toprak sahibi ailelerin hâkim olduğu aristokrat bir toplumdu. Sermaye ekonomik olarak egemen hale geldikçe kapitalistler siyasete de egemen oldular. İthalat-ihracat politikaları ve vergi yapıları giderek toprak sahipleri üzerinden yatırımcılar lehine modifiye edildi.

Artık zenginliği sadece kırsal kesimde tutmak ekonomik olarak uygulanabilir değildi: daha verimli kullanmak için geliştirmek ve dönüştürmek gerekiyordu.

Victorya döneminde ki drama eserleri, mallarını satmak zorunda kalan ve zor zamanlara göğüs geren aristokrat ailelerin öyküleri ile doludur. Bu düşüş genellikle dramatik amaçlar için bir karakterin kusuruna bağlanırdı, bekli de cılız doğan bir ilk bebeğe. Fakat aslında aristokrasinin düşüşü kapitalizmin yükselişi nedeniyle ortaya çıkan geniş çaplı sosyal dönüşümün bir parçasıydı.

Kapitalistin işi sermaye yönetimidir ve bu yönetim genellikle bankalar ve aracı kurumlar aracılığı ile gerçekleştirilir. Yatırım bankerlerinin, zenginlik ve güç hiyerarşisinin en üst noktasını ele geçirmekte olmaları şaşırtıcı değil. Gerçekten de, Batı dünyasında ekonomik ve politik konulara egemen olma noktasına gelen, Rothschild ve Rockefeller aileleri de dâhil olmak üzere, bir avuç bankacı aile var.

Aristokratların aksine kapitalistler bir yerde durmazlar veya bir yere bağlı kalmazlar (dekolman). Sermaye vefasız ve mobildir -- en yüksek büyümeyi bulduğu yere akar, Hollanda'dan İngiltere'ye sonra İngiltere’den ABD’ye, son zamanlarda da her yerden Çin’e aktığı gibi. Tıpkı sömürülen ve sonra terk edilen bir bakır madeni gibi, Kapitalizmde bütün bir ulus sömürülür ve sonra terk edilir, Büyük Britanya ve ABD’nin paslı endüstriyel bölgelerinde gördüğümüz gibi.

Bu yerinden ayrılma (dekolman) aristokrasi ile karşılaştırıldığında, kapitalizmde bizi jeopolitiğin farklı bir türüne götürür. Bir kral, bunu yapmakta ülkesi için bir avantaj görüyorsa savaşa gider. Tarihçiler, kapitalizm öncesi günlerdeki savaşları, monarşileri ve ulusları yüceltme açısından “açıklayabilirler”.

Bir kapitalist savaşı kâr elde etmek için kışkırtır. Hatta bizim seçkin bankacılık ailesi, en azından I. Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan askeri çatışmaların çoğunda, her iki tarafı birden finanse ettiler. Bu yüzden tarihçilerin Birinci Dünya Savaşını motivasyon ve ulusal amaçlar bakımından ‘izah etme’ zorlukları vardır.

Pre-kapitalist günlerde savaş bir satranç oyunu gibiydi: her iki tarafta kazanmaya çalışırdı. Kapitalizmde ise savaş daha çok, daha fazla cips için para toplama sırasında oyuncuların oyuna katıldığı bir kumarhaneye benzer ve kazanan daima banka olur -ayakta kalan son adamın kim olacağına karar veren ve savaşı finanse eden bankerler. Elbette bütün kapitalist işletmelerin en kârlısı sadece savaşlar değil, tersine, zamanla kendi çıkarlarına hizmet etmesi için jeopolitik yapılandırmayı ayarlayan, yeniden yapılandırmayı yönetmek için kazananları belirleyen banker aileleri daha başarılılar.

Uluslar ve popülâsyonlar onların oyunlarında sadece piyonlardır. Milyonlarca insan savaşlarda öldürülürken, altyapılar yok edilirken, dünya acı çekerken bankerler savaş sonrası yeniden yapılandırmada yapacakları yatırımların planlarını yaparlar ve kârlarını hesaplarlar.

Bankacı elitler, hükümetlerin finansörleri olduklarından bu yana kendi güç pozisyonlarını, zamanla kendi kontrol metotlarını mükemmelleştirdiler. Her zaman perde arkasında kalarak medyayı, siyasi partileri, istihbarat kuruluşlarını, hisse senedi piyasalarını ve devlet dairelerini kontrolleri altında tuttular. Ve belki de iktidarın en büyük kolu olan para üzerindeki denetimidir. Merkez bankaları sahtekârlıklarıyla canlanma döngüsü (boom) ve iflasa neden olma, yoktan para bastırma ve ardından hükümetlere faiz ile borç verme. Elit bankacılık çetesinin ['bankesterlerin- banksters’, (bankacı ile gangster karışımı; ç-n)] gücü, mutlak ve fark edilmesi güçtür…

ABD’de, kimi çok önemli insanlar bir şeyden korkuyor. Bunlar bir yerlerde çok organize, çok gizli, çok ihtiyatlı, çok iç içe geçmiş, çok sağlam, çok baskın bir güç olduğunu biliyorlar, bu güç kamuoyu önünde eleştirilmezse daha iyi olur. – Başkan Woodrow Wilson.

Büyümenin sonu - kapitalizme karşı bankesterler


Sınırlı bir gezegende, ekonomik büyüme için de bir sınır olacağı daima kaçınılmazdı. Sanayileşme, son iki yüzyılda bu sınıra doğru gidişte birdenbire hızlanmamızı sağladı. Üretim giderek daha verimli hale geldi, piyasalar giderek daha küresel bir hale aldı ve nihayet sürekli büyüme paradigması azalan kârlılık noktasına ulaştı.

Aslında bu noktaya zaten 1970’li yıllar ulaşılmıştı. Sermaye, o zamandan bu yana üretim artışı yoluyla büyümeyi pekte aramadı, bunun yerine nispeten sınırlı üretim seviyelerinin yüksek veriminin ihracı (ekstraksiyonu) yoluna gitti. Dolayısıyla küreselleşme: üretimi, daha yüksek kâr marjlarını güvence altına alan düşük ücretli bölgelere transfer edilmesi. Dolayısıyla özelleştirme: Eskiden ulusal hazinelere giden gelir kaynaklarının yatırımcılara transfer edilmesi. Dolayısıyla ikincil ulusal pazarlar ve para piyasaları: aslında gerçek hayatta hiçbir şey üretmeksizin ekonomik büyümenin elektronik illüzyonunun yaratılması.

Kapitalist sistem, yaklaşık kırk yıldır, gerçek anlamda üretken olmayan bu farklı mekanizmalar ile sürdürüldü. Ve sonra, karton kuleler 2008 yılının Eylül ayında dizlerinin üzerine küresel finans sistemini koyarak aniden çöktü.

Eğer medeniyetlerin çöküşü incelenecek olursa, bu yetersizliğe uyum sağlamanın ölümcül olduğunu görür. Bizim medeniyetimiz bu tuzağa mı düşüyor? Biz kapitalizmin büyüme dinamiklerinin endüstriyel büyümenin gerçekliği ile uyum içinde bulunduğu, reel büyümenin gerçekleştiği iki yüzyıl geçirdik. Ardından dört on yıllık yapay büyüme dönemi geldi – kapitalizm, kartondan kuleler tarafından desteklendi. Ve şimdi, kartondan kulelerin çöküşünden sonra, görünüşe göre bir ‘kurtarma’ – büyüme de! — gerçekleştirmek için mümkün olan her türlü çaba sarf ediliyor. Bizim medeniyetimizin uyum yetersizliği ilkesine dayalı bir çöküş süreci içinde olduğu izlenimi edinmek çok kolaydır.

Ama benzer bir izlenim kısmen doğru, kısmen yanlış olur. Gerçek durumu anlamak için, kapitalist elit ve kapitalizmin kendisi arasında net bir ayrım yapmak gerekir. Kapitalizm, büyümeye dayalı bir ekonomik sistemdir; kapitalist elitler, son iki yüzyılda kapitalizmin işlemi sırasında Batı dünyasının denetimini ele geçirmeyi başaran insanlardır (bankesterler; ç-n). Kapitalist sistemin son kullanma tarihi doldu, bankesterler eliti bu gerçeğin farkında -- ve buna adapte olmakta.

Kapitalizm, bankesterlerin mutlak iktidara gelmesine yardımcı olan bir araçtır. Ve bunların ne herhangi bir şeye ne herhangi bir kişiye ne de yerleştiği bu sisteme herhangi bir sadakati vardır. Daha önce de belirttiğim gibi küresel ölçekte düşünün, bunlar için uluslar ve popülâsyonlar birer piyondur. Tıpkı Monopoly oyununda ki bankacı gibi paranın ne olduğunu tanımlarlar ve onu yayarlar. Ayrıca başka tür bir parayla yeni bir oyun da icat edebilirler. Uzun zaman önce, güçlerini korumak için herhangi bir ekonomik sisteme bağımlı olma gereksiniminin ötesine geçtiler. Kapitalizm hızlı büyüme döneminde yararlı oldu. Büyümenin olmadığı bir dönem karşısında, farklı bir oyun hazırlanmakta.

Bu nedenle, kapitalizmin doğal bir şekilde ölmesine izin verilmez. Bunun yerine kontrollü bir yıkım yoluyla alaşağı edilir. Yukarıda da belirtildiği üzere, onu önce küreselleşme, özelleştirme, para piyasaları gibi benzerleriyle birlikte yaşam-destek sistemine konuydular. Sonra, gayrimenkul balonları ve zehirli türevleri şeklinde bir ötenazi çözeltisi enjekte ettiler. En sonunda, Uluslararası Ödemeler Bankası (Basel- Bank of International Settlements) - merkez bankalarının merkez bankası -- yaşam destek ünitesinin fişini çekti: belirgin hale gelmesi biraz zaman alsa da risk sahibi tüm bankaların anlık iflasına yol açan ‘piyasa fiyatları ile değerlendirme (mark to market)’ kuralı ilan edildi. Bu süreç merkez bankaları kliği tarafından yönetildi ve her adım dikkatle planlandı.

Egemenliğin sonu – Eski rejimin restorasyonu

Tıpkı finansal çöküşün dikkatli bir şekilde yönetildiği gibi, onlarda (“kurtarılmak” zorunda kalan ülkeler; ç-n) intihar kurtarma programlarıyla birlikte, çöküşten sonra oyuna sahne oldular. Ulusal bütçelerin olanakları zaten kısıtlıydı; iflas etmiş bankaları kurtarmak için elbette kullanılabilir rezervleri yoktu. Bu yüzden, kurtarma paketleriyle ilgili taahhütler, hükümetler tarafından yeni astronomik borçların kabulünden başka bir şey değildi. Kurtarma taahhütlerini ödeyebilmek için kurtarılmış olan aynı finansal sisteme borçlanmak zorunda kaldılar!

Bankalar batmak için fazla büyük değildi, daha doğrusu, bankesterler batmak için çok fazla güçlüydüler: siyasetçilere onların reddedemeyecekleri bir teklifte bulundular. ABD’de, Kongre’ye herhangi bir kurtarma operasyonunda bulunmazlarsa, ertesi sabah sıkıyönetimin geleceği söylendi. İrlanda'da Bakanlara mali kaos ve sokaklarda kargaşa olacağı ifade edildi. Nitekim bu sırada İzlanda, iflas eden bankalarla başa çıkmanın mantıklı yolunun düzenli bir tasfiye süreci olduğunu göstermekteydi.

Baskı altında yapılan kurtarma operasyonlarının etkisi, ulusal hazinelerin bankaların iflaslarına transfer edilmesi sonucunu doğurdu. Bankaların borçları, devlet borçlarına ve bütçe açığına dönüştürüldü. Şimdi, öngörülebileceği gibi ülkeler kurtarma planları aramaktalar ve bu kurtarma planları koşullarla birlikte gelmekte. Bankaların tasfiye edilmeleri yerine, ülkeler tasfiye edilme süreci içine sokulmakta.

John Perkins, Confessions of an Economic Hit Man (Bir ekonomik tetikçinin itirafları) kitabında, geçen birkaç on yıl boyunca, Üçüncü Dünya ülkelerinin sürekli borç esareti altında kalmayı kabul etmeleri için - baskı ve çeşitli hilelerle - nasıl zorlandıklarını açıklıyor. Kasıtlı olarak, dış borç geri ödemeleri yapılmaz. Bunun yerine, borçlar periyodik olarak yeniden finanse edilir ve yeniden finansmanın her turunda ülkeler daha derin bir borç tuzağı içine gömülür –- ve hatta IMF’nin daha sert direktiflerine boyun eğmeye zorlanırlar. En iyi sonucu alacak şekilde ayarlanan finansal çöküşle ve 'batmak için fazla büyük (too big to fail)’ dolandırıcılığıyla, bankesterler Rubicon’u geçerler ("Rubicon'u geçmek" deyimi, geri dönüşü olmayan noktadan ileri gitmek anlamında kullanılır; ç-n): artık Hitman’in planları, Birinci Dünya’da, burada faaliyet göstermektedir.

Avrupa Birliği'nde ilk turda düşecek ülkeler, PIGS diye adlandırılan ülkeler grubu olacak -- Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya. PIGS ülkelerinin kurtarma operasyonlarına cevap verebileceği kurgusu, sınırsız büyüme döneminin devam edeceği varsayımına dayanır. Bankesterlerin de çok iyi bildiği gibi bu asla olmayacak. Sonunda, PIGS ülkeleri, varsayılana (default) mecbur kalacaklar ve sonra AB'nin geri kalan ülkeleri dâhil, kontrollü yıkım projesinin bütün bileşenleri çökecek.

Bir ulus borç esaretine yenik düştüğü zaman, iç siyasi süreci “tek elden” idare edilen, egemen bir ulus olmaktan çıkar. Bunun yerine, IMF’nin direktiflerinin kontrolü altına girer. Bizim, Üçüncü Dünya ülkelerinde gördüğümüz şey şimdi Avrupa’da olmakta ve bu direktifler, kemer sıkma ve özelleştirme politikalarıyla ilgilidir. Hükümetlerin işlevleri elimine edilir ya da özelleştirilir ve ulusal varlıklar satılır. Ulus Devlet yavaş yavaş - kontrollü bir yıkım daha -- hizmet dışı bırakılır. Sonuçta, hükümetlere kalan temel işlevler, kendi halkına polis baskısı uygulamak ve bankesterlere vermek için vergi toplamaktır.

Aslında, ulus-devleti devre dışı bırakma işi 2008 yılındaki finansal çöküşten çok daha önce başladı. ABD ve İngiltere’de, 1980 yılında Reagan ve Thatcher döneminde; Avrupa'da, Maastricht Antlaşması ile 1988 yılında başladı. Küreselleşme; Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurulması, yıkıcı düzenlemeler, özelleştirme programları, iş yerlerinin ve endüstrinin ihracatı, "Serbest Ticaret" Anlaşmaları ile ulus-devleti devre dışı bırakma sürecini hızlandırdı. 2008 yılından bu yana gelişen olaylar, zaten çoktan başlamış olan sürece hızlı bir ivme sağladı.

Çöküşle birlikte, kurtarma operasyonlarının, herhangi bir etkili kurtarma programının fiilen başlatılmadığına ilişkin belirtiler çok net: böylece önceden tasarlanan ‘çözümün’ önü açılarak sistemin tümüyle çökmesine izin verilecekti. Ulus-devlet tasfiye edilerek yerine küresel otoritenin yeni bir rejimi kurulacaktır. IMF, Dünya Bankası, DTÖ ve küresel hükümetin diğer embriyonik parçalarında görüldüğü gibi yeni küresel sistemin, halkın temsiliyeti ya da demokratik süreçler konusunda hiçbir iddiası olmayacaktır. Hükümetler, Banksterler kliğinin doğrudan veya dolaylı olarak emirlerini alacağı küresel otokratik bürokrasi aracılığıyla gerçekleşecektir.

Michel Chossudovsky, The Globalization of Poverty [Yoksulluğun Küreselleşmesi] adlı kitabında, küreselleşme ve IMF eylemlerinin, son birkaç on yılda, Üçüncü Dünya genelinde kitlesel yoksulluğu nasıl yarattığını açıklar. Çöküş ve kurtarma operasyonlarından sonra kemer sıkma politikalarının yarattığı dramatik etkiden de anlayabileceğimiz gibi yoksulluk yaratan bu proje artık Rubicon’u geçmiştir. Bu yeni dünya sisteminde hiçbir müreffeh orta sınıf olamayacak. Gerçekten de, yeni sistem kraliyet ve serfliğin (eski rejim) eski günlerine çok benzeyecek. Artık yeni kraliyet ailesi bankesterlerdir ve tüm dünya onların etki alanı içinde olacak. Küresel bürokrasileri yöneten teknokratlar ve geri kalmış ülkelerde kendilerini politikacı gibi sunan yüksek memurlar ayrıcalıklı üst sınıflardır. Geri kalan bizler, ezici büyük çoğunluk, bu yoksul kulların oynayacağı rolü göreceğiz – çöküş sürecinden kurtulanlardan biri olma şansına sahip olursak.

Eğer bugün Birleşmiş Milletler birlikleri düzeni sağlamak için Los Angeles’e girseydi, Amerikalılar çileden çıkarlardı; fakat bir gün sonra da onlara teşekkür ederlerdi. Özellikle, onlara, bizim varlığımızı tehdit eden, gerçek veya söylenti, dış tehdit ötesi bir şey olduğu söylenirse bu durum özellikle daha geçerli olur. Sonra, tüm dünya halkları, kendilerini bu kötü durumdan kurtaran dünya liderlerine dua ederlerdi. İnsan bilmediği şeyden korkar. Bu senaryo onlara sunulduğunda, dünya hükümeti tarafından kendilerine verilen refahın garanti altına alınması karşılığında, gönüllü olarak bireysel haklarından vazgeçerlerdi. — Henry Kissinger’in, Fransa-Evian’da, Bilderberg toplantısında yaptığı konuşma, 21 Mayıs 1992.

Özgürlüğün sonu - küresel polis devleti

Geçtiğimiz dört on yıl boyunca, yaklaşık 1970 yılından bu yana, eski bir küresel sistemden yeni bir küresel sisteme geçilen bir rejim değişim süreci yaşamaktayız. Eski sistemde, Üçüncü Dünya, emperyalizmin (dış güçler tarafından sömürülme), yoksulluk ve polis devleti zulmü altında ıstırap çekerken Birinci Dünya ülkeleri görece demokratik ve müreffehtiler. Yukarıda belirtildiği gibi bu geçiş süreci ‘Rubicon’u geçmek’ ile karakterize edildi – daha önce çoğunlukla Üçüncü Dünya ülkeleriyle sınırlı kalan politikaların Birinci Dünya politikalarına ve uygulamalarına girişi.

Sonuç olarak, IMF’ye olan borç köleliği Rubicon’u geçti ve bu, çöküş-kurtarma aldatmacası yoluyla mümkün hale getirildi. Bu arada, tahvil sahibi yeni güçleriyle birlikte, IMF tarafından dayatılan kemer sıkma önlemlerine bağlı olarak kitlesel yoksullukta Rubicon’u geçmekte. Aynı zamanda, emperyalizm Rubicon’u geçerken Birinci Dünya, tüm ulusal kimliklere yabancı bir güç merkezinin, bankesterlerin ve onun bürokrasisinin sömürücü kontrolü altına girmekte. Ayrıca zorba polis devletinin Rubicon’u geçiyor olması hiç şaşırtıcı değil: Üçüncü Dünya’nın yoksulluk seviyelerinin dayatılması, Üçüncü Dünya’nın baskı yöntemlerini gerektirir

Küreselleşme karşıtı hareket, rejim değişikliği sürecine karşı halk direnişinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Benzer şekilde, Kasım 1999'da, Seattle'de küreselleşme karşıtı gösterilere polis gösterdiği tepki, polis devleti tiranlığının 'Rubicon geçişi' olarak yorumlanabilir. Bu keyfi ve aşırı şiddet içeren reaksiyon - biber gazı püskürtme gibi şeylerde dâhil – bir Birinci Dünya ülkesinde eylemlerde şiddet kullanmayan protestoculara karşı uygulanan benzeri görülmemiş bir hareketti.

Polis tepkisinin özellikle basında geniş çaplı haberleştirilmesi, ironik olarak, küreselleşme karşıtı hareketi fiilen güçlendirdi. Gösterilerin büyüklüğü ve gücü arttıkça polisin tepkisi de daha sertleşti. 2001 Temmuz'unda, Cenova'da, her iki tarafın şiddet düzeyleri belirli bir zirveye ulaştığında, neredeyse bir gerilla savaşı gibi görünmeye başlamıştı.

O günlerde küreselleşme karşıtı hareket uluslararası haber sayfalarına egemendi ve küreselleşme karşıtlığı devasa boyutlara ulaşmıştı. Görünürdeki hareket, sistem karşıtı buzdağının sadece bir ucuydu. Birinci Dünya ülkelerinde, halkın duyguları gerçek anlamda radikal bir dönüş yapmaya başlamıştı. Hareketin liderleri, artık anti-kapitalist bir hareket yaratma üzerinde düşünüyorlardı. Havada siyasi istikrarsızlık vardı ve ortaya çıkan halkın duyguları belki de olayların gidişatında bir farklılık yaratabilirdi.

Tüm bunlar kulelerinin yıkıldığı gün, 11 Eylül 2001 tarihinde değişti. Küreselleşmenin kendisi ile küreselleşme karşıtı hareket, neredeyse tamamen bu uğursuz gün halkın bilincinden silindi. Aniden, tamamen yepyeni bir küresel sahne, yepyeni bir medya sirki, yeni bir savaş türü, -yeni bir düşmanla – sonu olmayan bir savaş, hayaletlere karşı bir savaş, "terörizm" e karşı bir savaş ortaya çıktı.

Biz başlarda, 2008 Eylül ayında düzenlenen finansal çöküşün, kemer sıkma politikalarının dayatılması ve egemenliğin ortadan kaldırılması gibi bazı devam etmekte olan projelerin ivme kazanmaları için nasıl kolaylık sağladığını gördük. Aynı şekilde, 11 Eylül 2001 olayları, sivil özgürlüklerin ve uluslararası hukukun terk edilmesi gibi diğer mevcut projelerin önemli ölçüde hızlanmalarına olanak sağladı. Kulelerin yıkılmasından önce hazırlanmış olan "Yurtseverlik Yasası" ile bir polis devletinin bütün gücüyle geldiği (ABD’ye) ve kalıcı olduğu, çok açık bir biçimde ilan edildi — Haklar Bildirgesi hukukî gücünü yitirmişti. Benzer bir 'anti-terörist' mevzuat uzun zaman önce Birinci Dünya genelinde de kabul edilmişti. Eğer Birinci Dünya’da herhangi bir anti-sistemik hareket, başını yeniden kaldıracak olursa (son zamanlarda Yunanistan’da olduğu gibi), poliste direnişi ezmek için yetkilerini keyfi olarak – gerektiği kadar – kullanabilecekti. Hiçbir halk hareketine, Bankesterlerin rejimi değiştirme tasarılarını engellemesi için izin verilemezdi. Küreselleşme karşıtı hareket haykırdı: ‘bu mu gerçek demokrasi’. Ve bankesterler 11.Eylül ile cevabı yapıştırdılar: ‘işte gerçek baskı bu’.

11 Eylül olayları doğrudan Irak ve Afganistan’ın istilasına yol açtı ve egemen ulusların işgal edilmesini herhangi bir bahaneyle kolayca haklı kılacak ortamın yaratılmasına yardımcı oldu. Sivil özgürlüklerde olduğu gibi uluslararası hukukta neredeyse tamamen terk edildi. Yerli polislerin müdahalelerinde tüm kısıtlamaların ortadan kaldırılması gibi, jeopolitik düzeyde de askeri müdahalelere ilişkin tüm sınırlamalar yok edildi. Hiçbir şey bankesterlerin “rejim değişikliği” planlarını yolundan alıkoyamazdı.

Teknotronik çağ kademeli olarak daha kontrollü bir toplumu gerektirir… Elit bir egemen, geleneksel değerler ile sınırlı olamaz… Bu elit egemen, siyasi hedeflerine ulaşmak için kamu davranışını etkileyen en modern teknikleri kullanmakta asla tereddüt etmez. Sosyal krizin sürekliliğinin sağlanması, karizmatik bir kişiliğin ortaya çıkarılması, halkın güveninin sağlanması amacıyla kitle iletişim araçlarının sömürüsünün sürdürülmesi için bunlar, kısa bir süre zarfında, son derece kontrollü bir toplumda, ABD'nin değişim adımları olacaktır… Ayrıca, stratejik politik amaçlar için beyin ve insan davranışı üzerinde yapılan araştırmaların meyvelerinden yararlanmakta mümkün – ve cazip – olabilir. Zbigniew Brzezinski, ‘Between Two Ages: America´s Role in the Technotronic Era’ (İki Çağ Arasında: Teknotronik Çağda Amerika’nın Rolü) kitabından, 1970.

Post-kapitalist dönem -- yeni bir kültür için yeni mitler

Kapitalizmin son yılı tam olarak 2012 olmayabilir fakat son oyun çok uzun sürmeyecek -- ve evrenin efendileri, 11 Eylül (Şili'de ve Manhattan'da), KLA 007 ve diğerleri gibi sembolleri çok seviyorlar.

2012 yılı sembolizm yüklü, örneğin Maya Takvimi ve 2012 yılı ile ilgili çeşitli kehanetler kovanı haline gelen internet, hayatta kalma stratejileri, beklenen yabancı müdahaleleri, vb. Birde insanlığın büyük çoğunluğunun sonunu getiren ve önceden hazırlanan birkaç kurtuluş planını açıkca canlandıran Hollywood yapımı 2012 filmi var. Hollywood yapımlarıyla, neyin gerçeklerden kaçan bir fantezi olduğunu ve kamunun zihninin ilerisi için sembolik olarak neyi hazırlamayı amaçladıklarını asla bilinemez.

Kesin tarihi ne olursa olsun, bu felaketler serisi, jeopolitik ve içsel olarak birbirine bağlanacak ve dünya değişecek. Roma İmparatorluğunu Yüksek Ortaçağ’ın izlediği gibi, aristokrasi sonrası yeni bir çağ olan kapitalizmin geldiği gibi yeni bir çağ gelecek. Her çağın kendi bünyesinde, kendi ekonomisi, kendi toplumsal biçimleri ve kendi mitolojisi vardır. Bunlar, kendi aralarında tutarlı bir etkileşim içinde olmalı. Ve onun doğası, sistemin temel ekonomik koşullarından ve güç ilişkilerinden gelir.

Bir çağ kapandığında önceki çağ daima yeni bir mitolojide şeytanlaştırıldı. Cennet Bahçesi (Garden of Eden) hikâyesinde yılan şeytanlaştırıldı – monoteizmim selefi, paganizmin bir saygı sembolü. Avrupa’da ulus devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte Katolik Kilisesi şeytanlaştırıldı ve Protestanlık tanıtıldı. Cumhuriyetler geldiği zaman hükümdarlar şeytanlaştırma sürecinin önemli bir parçasıydı. 2012 sonrası dünyada, demokrasi ve ulusal egemenlik şeytanlaştırılacak. Bu, insanların keyfi totaliter bir rejimi kabul etmelerini sağlamak için çok önemli olacak…

O korkunç karanlık günlerde, insanlığın kutsal birleşmesinden önce, dünyada anarşi hüküm sürüyordu. Bir ulus diğerine saldırıyordu, ormandaki yırtıcılardan farkları yoktu. Uluslarda uzun vadeli tutarlılık yoktu; seçmenler her zaman hükümetlerin değişmesini ve istikrarsızlığı destekleyerek bir partiden diğerine geçiyorlardı. Bir insan, yarı eğitimli birinin kitleleri yönetebileceğini ya da karmaşık bir toplumu idare edebileceğini nasıl düşünebilir? Demokrasi sadece hükümetlerin yolsuzluklarına ve kaosa yol açan kötü tasarlanmış bir deneydi. En iyi uzmanlığa sahip olanların bütün dünya için kararlar aldığı ve nihayet içinde insanlığın büyüdüğü, böylesine düzenli bu dünyada olduğumuz için ne kadar şanslıyız!

Kapitalizm, büyüme, gelişme ve değişim ile ilişkilidir. Bu erdemler kapitalizmin dinamiklerine hizmet ettiği için kapitalizmde hırsın, girişimin ve rekabetin erdemleri övülür. İnsanlar sahip olduklarıyla asla memnun olmamaya ve daha fazla birikim yapmaya teşvik edilirler. Kapitalizmde, insanlar, sistemin dinamiklerinin çalışması için biraz özgürlüğe ve biraz refaha sahip olmalılar. Belli bir düzeyde özgürlük olmadan, hırs motive edilemez; biraz refah olmadan, nasıl birikim yapılabilir ki?

Post-kapitalist bir dünyada, kapitalist erdemler şeytanlaştırılacak. İnsanlara, yoksulluğu ve sıkı disiplin altına (regimentation) girmeyi kabullendirmek çok önemli olacak…

Para takibi tüm kötülüklerin köküdür, ve kapitalist sistem doğal olarak bozuk ve savurgandır. Şirketler, insanların ihtiyaçları veya Dünya için kavgı duymaksızın körü körüne kârlarını artırmayı ararken piyasada anarşi hüküm sürüyordu. Bizim üretim tugaylarımız, sadece sürdürülebilir olanı kullanma ve yalnızca gerekli olanı üretme konusunda ne kadar çok duyarlılar. Kapitalizm açgözlülüğü ve tüketimi teşvik ediyordu; insanlar, keşmekeş içinde “önde olmak” amacıyla birbirleriyle rekabet etmek için mücadele ediyorlardı. Şimdi, bizim makul miktarda ki kotalı yaşamamız ne kadar akıllıca ve biz, insanlığa hizmet etmek için verilen görev ne olursa olsun kabul ediyoruz.

Post-kapitalist dönemi tanıtan bu rejim değişiminin beraberinde getireceği ekonomik, politik, jeopolitik ve mitolojik bilinçli bir orkestrasyonu görüyorsunuz – koordineli bir proje olarak. Tamamen yeni bir gerçeklik, yepyeni bir küresel kültür yaratılıyor. Kültür demişken, kültürü dönüştürme yeteneği, gücün nihai biçimidir. Sadece tek bir kuşakta, yeni kültür “orada var olan duruma (statüko; ç-n)”dönüşür. O halde sorabiliriz, bankesterler kraliyet ailesinin yerleştirmeyi düşündüğü kültürel rejimin gelecekteki herhangi bir manipülasyonu engellenebilir mi?

Kamusal eğitiminin devreye girmesinden sonra devlet ve aile, çocukluk dönemini forma sokma işini kontrolleri altına almak için yarışmışlardı – kültür sonraki kuşağa çocukluk döneminde aktarılır. Mikro idare post-kapitalist bir gelecekte, büyük olasılıkla toplumsal kontrolün “nihai çözümü” nü göreceğiz, yani Devlet çocukların yetiştirilmesini tekeline alabilir. Bu toplumda ebeveyn-çocuk arasındaki bağ ortadan kaldırılacak ve dolayısıyla genel olarak aile bağları yok olacak. Artık akraba kavramı olmayacak, kovanda sadece diğer üyeler bulunacak. Aile şeytanlaştırılmalı. İrlanda’da şimdiden ebeveynleri tarafından ihmal ve istismar edilen çocukların durumlarını dramatize eden TV spotları var…

Tüm sinir hastalıkları, bağımlılıkları ya da sapkınlıklarıyla insanların ebeveyn olabildiği, kapalı kapılar ardında savunmasız çocuklar üzerinde tam kontrole sahip olunduğu, eğitimsiz ve izinsiz çiftlerin bulunduğu o eski günler ne kadar korkunçtu! Ne olduğu bilinmeye çocuk istismarının yapıldığı mağaralar, şu ataerkil kölelik dönemi kalıntılar, nasıl bu kadar uzun süre var olabildi? Şimdi biz, eğitilmiş personel tarafından, disiplin ve sağlıklı değerlerin öğretildiği, bilimsel olarak yetiştirilmiş çocuklarla, ne kadar iyi durumdayız.

Richard K. Moore

(Bu yazı Atiye Parılyıldız tarafından türkçeye çevrilmiştir.)

Delete this element to display blogger navbar

 
© 2010 Sansürsüz Gerçekler | Powered by Blogger | İletişim | Gizlilik Sözleşmesi | Kurallar | Rss | Online Sohbet